01 | BMW UÇAK MOTORU IV.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman İmparatorluğu, savaş
uçakları için acilen verimli motorlara ihtiyaç duyuyordu. Ancak,
BMW’nin öncüsü olan motor üreticisi Rapp Motorenwerke,
bu motorları tedarik edemiyordu. Tasarım mühendisleri,
savaş uçaklarının hızla tırmanmasına ve olabildiğince fazla
irtifa kazanmasına olanak tanıyacak motorlar geliştirme
kapasitesine sahip değildi. Bu ihtiyaçlar, hava muhaberesi
alanında üstünlük kazanmak temel bir gereklilikti. Bu noktada,
Max Friz adında genç bir mühendis, Stuttgart’ta bulunan
Daimler Benz’den Münih’e geçti. Aklında yeni bir motor fikri
vardı. Bu fikir karşısında ikna olan ordu altı yüz motor siparişi
vermekte gecikmedi. Ancak “Rapp” markası çok da iyi bir
algıya sahip olmadığından ürünün başarılı olması için yeni bir
ad arayışına girildi. Bu nedenle, 1917’nin Temmuz ayında firma
ismini “Bayerische Motoren Werke GmbH” olarak değiştirdi.
Yenilenen firma, “BMW Illa” adını verdiği yeni uçak motoru
sayesinde büyük bir atılım yapmış oldu. Bir sonraki model
olarak burada gösterilen “BMW IV” de adını tarihe yazdırmayı
başardı. Tıpkı “Illa” gibi bu motor da yan yana çalışan altı
silindirli sıralı bir motordu. Oldukça yüksek irtifalarda çalışmak
üzere özel olarak geliştirilmiş bir karbüratöre sahip olan
motor, “üst ölçülü, yüksek sıkıştırma oranlı bir motor” olarak
tasarlanmıştı. Bu tasarım, motoru özellikle yüksek irtifalarda
verimli hale getirdi. 17 Haziran 1919 tarihinde Franz Zeno
Diemer adlı bir pilot neredeyse 10.000 metreye, yani başka
bir ifadeyle 32.800 fitin üzerine çıkmayı başardı. Uçuş irtifası
konusunda yeni bir dünya rekoru anlamına gelen bu olay,
Almanya’nın o zamanlar sertifikasyon kuruluşu Fédération
Aéronautique Internationale FAI birliğinin üyesi olmaması
nedeniyle rekor olarak kabul edilmemişti. Ancak, BMW markası
pazara açılmış ve gelecekteki başarılarının temelini atmıştı.
Kısa aralıklar yaşanmış olsa da uçak motoru üretimi İkinci
Dünya Savaşı’nın sonuna kadar BMW’nin en önemli iş alanı
olmaya devam etti.
BMW M 2 B 15.
Motosikletler, BMW’nin kurumsal tarihinin erken dönemlerinde
önemli bir rol oynadı. Bunun nedeni, Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Almanya’da uçak motoru üretiminin yasaklanmış
olmasıdır. Bu dönemde BMW’nin başka bir yol haritasına
ihtiyacı vardı. Çözüm açıktı: mühendislerin ve teknisyenlerin
becerilerini otomobil ve tekne motorları üretmek için kullanmak.
Sonuç, aynı zamanda BMW’nin ilk motosiklet motoru olan ve
“Bayern Kleinmotor” adıyla pazarlanan M 2 B 15 motoruydu.
Bu, mühendislerin bir İngiliz modelini baz alarak geliştirdiği,
500 cc hacimli karşılıklı 2 silindirli bir motordu. O dönemde,
az da olsa satın alma gücü olan herkes İngiliz motosikletleri
kullanıyordu. Karşılıklı çift silindirli motorların motosiklet
üretimi için çok uygun olduğu anlaşıldı ve bunun nedenlerin
biri de insanların motorun akıcı çalışmasından etkilenmesiydi.
BMW tarafından üretilen karşılıklı çift silindirli motor özellikle
güvenilir görülüyordu. BMW, 1920’den itibaren Almanya’daki
çeşitli motosiklet üreticilerine “Bayern Kleinmotor” tedarik etti.
Bunlar arasında Nuremberg’deki Victoria da vardı. Burada
motor, silindirler boylamasına yerleştirilecek şekilde özel bir
şasiye monte edildi. BMW, 1923 yılında kendi motosikletlerini
üretmeye başladı. BMW, ilk modeli olan BMW R 32 için M 2 B
15’i kısmen modifiye etti; böylece hareket yönüne dik açılardaki
silindirlerle monte edilebiliyordu. Bu yapı günümüzde de BMW
motosikletlerinin tipik bir örneğidir.
BMW R 32.
BMW tarafından 1923 yılında piyasaya sunulan ilk motosiklet
olan BMW R 32, şirketin tarihinde bir kilometre taşıdır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Versailles Antlaşması
kapsamında Alman İmparatorluğunun uçak motoru üretmesi
yasaklandı. BMW, bu dönemde şirketin çeşitli motosiklet
üreticilerine pazarladığı karşılıklı 2 silindirli motorlar da
dahil olmak üzere sivil amaçlı motorlar üretti. Ardından
mühendis Max Friz, BMW’nin R 32 adıyla anılacak olan kendi
motosikletini geliştirme fikrini ortaya attı. Karşılıklı çift silindirli
motoru, silindirleri hareket yönüne dik açılarla gelecek şekilde
monte etti. Bu kurulum, daha iyi soğutmaya olanak tanıyordu.
Arka tekerlek için, o dönemde yaygın olan zincirli veya dişli
kayış tahriklerine kıyasla neredeyse bakım gerektirmeden
motor gücü aktarımı sağlayan bir kardan mili kullandı.
Bu fikirler kendi içlerinde yeni olmasa da daha önce hiç kimse
bunları birlikte kullanmamıştı. BMW bir kez daha mühendislik
tarihi yazıyordu. Böylece, R 32 ile gelecekteki üretim serilerinin
temelini atmış oldu. Modelde kullanılan siyah renk de uzun
süre popülerliğini korudu. Bu stil, 1960’lara kadar BMW
motosikletlerinin tipik görünümü olarak kaldı. Ancak, üstün
kalitenin bir bedeli vardı. Opsiyon olarak sunulan elektrikli
farlar ve elektrikli korna ile BMW R 32, o dönemde Almanya
pazarındaki en pahalı motosikletti.
BMW R 63.
Bu dönemde motosiklet işi oldukça başarılı gidiyordu.
1928’de BMW aynı anda dört yeni motosikleti piyasaya sundu.
Bunlardan biri, 750 cc hacimli motoruyla bir ilk olan
BMW R 63 modeliydi. 120 km/sa azami hıza kolayca ulaşan
24 beygir gücündeki bu spor motosiklet karşılıklı çift silindirli
motora sahipti. Bu özellik R 63 modelini Avrupa’da dönemin
en hızlı seri üretim motosikletlerinden biri haline getirdi.
Ekstrem kısa stroklu çalışma için tasarlanan motor bu
bakımdan yarışlar için idealdi. Birden çok zafer kazanmayı
başarmış Alman motosiklet yarışı şampiyonu Ernst Jakob
Henne, 1929 yılında Münih’in kuzeyindeki bir köy yolunda
motosikletle karada hız rekoru kırdı. Modifiye edilmiş ve
kompresörlü bir R 63 yarış motosikleti kullanıyordu.
Hız göstergesi 216,5 km/sa değerini göstermişti.
Ancak R 63 piyasada uzun süre kalmadı. Piyasaya
sunulduktan sadece bir yıl sonra BMW, R 63 de dahil olmak
üzere borulu şasiye sahip tüm motosikletleri geri çekti ve
bunları, preslenmiş çelik şasiye sahip yeni modellerle değiştirdi.
Satış rakamlarının bir türlü yükselmemesinin nedenlerinden biri
de motosikletin fiyatıydı. R 63 için imparatorluk markını gözden
çıkarmak gerekiyordu. Bu fiyat, tıpkı motosikletin kendisi gibi
sınıfının zirvesindeydi. Neticede, bu model tam olarak 794 adet
üretildi ve satıldı. Bunlardan biri ABD’li otomobil fabrikatörü
Henry Ford tarafından alınmıştı.
BMW 3/15 PS DA 2 SALOON.
Birçok kişi tarafından “Dixi” adıyla da bilinen BMW 3/15 PS,
üretime geçen ilk BMW otomobildi. Takvimler 1929 yılını
gösteriyordu. Otomobil, son derece başarılı ve kompakt
bir İngiliz modeli olan Austin Seven’ın onaylı bir klonuydu.
Alman versiyonu olan DA ise daha geniş çelik gövdesi,
ayarlanabilir ön koltukları, daha geniş arka ve yan camları
ve bunların yanı sıra dört tekerlekte de kullanılan kablolu
fren sistemi gibi fark yaratan birçok gelişmiş özelliğiyle öne
çıkıyordu. BMW’nin otomobil üretimine girmesi, şirketin
tarihindeki başka bir kilometre taşını ifade ediyordu. BMW,
1896 yılından beri Wartburg ve Dixi markaları ile otomobil
pazarında bulunan Fahrzeugfabrik Eisenach firmasını 1928
yılında satın almıştı. Lisans anlaşmaları ile birlikte seri üretim
hattını da BMW devralmıştı. 2.500 Reichsmark fiyat etiketiyle
gelen BMW’nin ilk otomobili, istenildiği takdirde taksitli olarak
da ödenebiliyordu. 1929 yılında düzenlenen Uluslararası Alp
Rallisinde birinciliği kazanan BMW bu sayede adından söz
ettirmeyi başardı. “Deutsche Automobilzeitung” adlı Alman
otomobil dergisinin yorumcusu bu başarıyı “paha biçilemez,
mükemmel bir tanıtım” olarak adlandırdı. BMW, bir anda tüm
dünyanın dikkatini çekmişti. Artık “tüm dünya” BMW logosunu
tanıyordu. 1920’lerin sonlarından itibaren, bir uçak motoru
üreticisi olarak BMW’nin kurumsal geçmişini yansıtmak
üzere bir pervaneyi anımsatacak şekilde dörde bölünmüş bir
daireden oluşan logo kullanılmaya başlandı. Bununla birlikte,
orijinal logo Bavyera eyaletinin renkleri olan beyaz ve maviden
oluşuyordu. Özel sektör işletmelerinin ulusal amblemler
kullanması kanunen yasaklandığından BMW, çözümü renklerin
sırasını değiştirmekte buldu. Renklerin sırası önce mavi, sonra
beyaz olacak şekilde değiştirildi.
BMW R 2.
1920’li yılların sonlarında, Almanya’da pazar payı almak
için yaklaşık 200 motosiklet üreticisi rekabet ediyordu.
İnsanların ilgisini çekmek için ürünlerin rakiplerine kıyasla
öne çıkan özellikleri olması gerekiyordu. Bu tür özellikler
bakımından defalarca başarılı olan BMW müşterilerin
takdirini kazanmıştı. Müşteriler, BMW motosikletlerindeki
üstün kalitenin, yenilikçiliğin ve sportif anlayışın farkındaydı.
Bu nedenle, rakiplere oranla daha yüksek olan fiyatlar sorun
olarak görülmüyordu. Bu duruma verilebilecek en iyi örnek,
1931 yılında piyasaya sunulan BMW R 2 modelidir. Bu tek
silindirli ve 200 cc hacimli başlangıç seviyesi model, benzeri
rakip modellere kıyasla yaklaşık yüzde 20 daha yüksek bir
fiyat etiketiyle geliyordu. Buna rağmen motosiklet hızlı bir satış
başarı elde etti. Seri üretimin ilk yılında 4.000 adetten fazla
ürün satıldı. Satışlar 1937 yılına kadar zirve yaparak 15.000
rakamına ulaştı. BMW bir kez daha doğru konumlandırma
stratejisinin meyvesini almıştı. 1928 yılından itibaren
200 cc hacme kadar olan motosikletler Almanya’da ehliyetsiz
ve vergiden muaf olarak kullanılabiliyordu. Bu durum giriş
seviyesi modellerine yönelik ilgiliyi arttırmış ve BMW’nin R 2 ile
hedeflediği pazardaki müşteri potansiyeli tavan yapmıştı.
BMW R 2, bir giriş seviyesi modeli olmasına rağmen daha
hacimli modellerle özdeşleşmiş kaliteyi ve güvenilirliği
sunuyordu. 1960’lara kadar tüm BMW motosikletler siyah
renkte üretiliyordu. Motosiklet üzerindeki beyaz çizgiler,
özel olarak eğitilen kadınlar tarafından çiziliyordu. Bu ayrıcalıklı
boya uygulaması günümüzde halen kullanılmaktadır.
BMW 315/1.
Tutkuyu ve duyguları en yoğun haliyle ifade eden roadster
modelleri, BMW koleksiyonun başyapıtları arasındadır.
Roadster modellerinin tercih sebebi elbette ki pratiklik
değildir. BMW, 1934 yılında bile roadster modelleri tercih
edecek müşteri kitlesini yakından tanıyordu. Bu müşteri
kitlesini, uzun ve şık tasarımlı motor bölmesine sahip
aerodinamik otomobillerden ve 150 km/sa’e kadar uzanan hız
göstergesinden etkilenen ve ayrıca sürat için ideal olan geniş
yollara çıkmak, keşfedilmeyi bekleyen Alp geçitlerine doğru yol
almak ve rakiplerini zahmetsizce sollamak için sabırsızlanan
otomobil tutkunları oluşturuyordu. BMW, ilk roadster modeli
olan BMW 315/1’i Berlin Otomobil Fuarı’nda tanıttı. Otomobil,
günümüzde gerçek bir roadster modelinde halen aradığımız
tüm özelliklere sahipti: Uzun motor bölümü kapağı, kısaltılmış
bir arka tasarım, daha alçak ve geniş gövde, açılabilir hafif
tavan ve elbette yalnızca iki koltuk.
Arka tekerleklerde, hava direncini minimum seviyeye indirmek
için tam kaplama kullanılmıştı. 1,5 litre hacme sahip altı silindirli
motor kompakt ancak güçlüydü. BMW 315/1, o dönemde ciddi
bir rakam olan 120 km/sa azami hıza bu motor sayesinde
ulaşmayı başarıyordu. Bu spor otomobilin kazandığı popülerlik
sonucunda BMW, 315/1 modelini küçük seriler halinde
üretmeye karar verdi. Otomobili motor yarışlarında kullanmak
ve bu durumun prestijinden faydalanmak isteyen BMW, 230
adet 315/1 üretti. Konsept başarıya ulaşmıştı. BMW 315/1
roadster otomobiller, Almanya ve yurtdışında gerçekleştirilen
birçok önemli yarışta defalarca üst sıralarda yer almayı başardı.
BMW 328.
Motor yarışları, 1930’ların Almanya’sında oldukça popülerdi.
Bu dönemde, adından söz ettirmek isteyen otomobil üreticileri
spor otomobiller üretirdi. 1936 yılında bu furyaya katılan BMW,
motor yarışlarına uygun spor otomobili BMW 328 modelini
tanıttı. Yeni spor otomobilin tanıtımı da en az otomobilin
kendisi kadar sıra dışıydı. BMW 328, bir otomobil fuarında
alkışlar eşliğinde tanıtılmak yerine 14 Haziran 1936 tarihinde
Nürburgring’de gerçekleşen Eifelrennen motor yarışlarında
ilk kez boy gösterdi. Direksiyonda, o dönem dünya kara hız
rekorunu elinde tutan motosiklet yarışı şampiyonu Ernst Jakob
Henne vardı. Bir BMW Works sürücüsü olan Ernst Jakob Henne
şirketin şüphesiz en ünlü temsilcisi konumundaydı. Henne,
sıra dışı bir şekilde yarışa katılan otomobille 2 litrelik motor
sınıfında yarışı kazanmayı başararak muhteşem bir sonuca
imza attı. BMW 328, bir gecede motor yarışlarının efsanevi ismi
haline gelmişti. Otomobilin ayırt edici dış tasarım özellikleri
arasında motor bölümü kapağını sabitleyen iki deri kayış ve
gövdeye entegre edilmiş ön farlar yer alıyordu. BMW 328’in
yol tutuşu tüm rakiplerinden üstündü. BMW 328, motor
yarışlarındaki ilk başarısının yıl dönümünde seri üretime geçti.
1940 yılına kadar 464 adet üretildi.
BMW WR 500.
Takvimler 28 Kasım 1937 tarihini gösterdiği sırada dönemin
en başarılı Alman motosiklet yarışçılarından olan Ernst Jakob
Henne, yeni bir meydan okumaya hazırdı. Henne, tam gövde
kaplamalı BMW motosikletle dünya kara hız rekorunu son
bir kez daha kırmaya kararlıydı. Bu hedefine 279,503 km/sa
gibi inanılmaz bir hızla ulaşmayı başaran Henne’nin rekoru
on dört yıl boyunca tekrar kırılamadı. Henne ve motosikleti,
Almanya’da “Die Henne und das Ei”, yani “tavuk ve yumurtası”
lakabıyla anılmaya başlandı. BMW şirketi, kurulduğu günden
bu yana motosiklet yarışlarında yer almıştır. Bu katılım,
mühendislik alanındaki yeniliklerin seri üretim öncesinde test
edilmesine imkan tanımış ve markaya uluslararası arenada
tanınırlık kazandırmıştır. BMW Works sürücülerinin elde
ettiği pek çok zafer sayesinde BMW, her iki alanda da başarı
kazanmıştır. Örneğin, Ernst Jakob Henne’yi ele alalım.
Henne, ilk dünya kara hız rekorunu 1929 yılında neredeyse
tamamen kaplamasız bir motosiklet olan BMW WR 750 ile
kırmıştır. 1937 yılına kadar rekorlarının sayısı 75’e yükselmiştir.
Aerodinamiğin yüksek hızlara ulaşmadaki önemini çok
geçmeden kavrayan Ernst Jakob Henne, ilk kısmi kaplama
panellerini atölyesinde kendi başına üretmiştir. Ardından,
süperşarjlı BMW WR 500 için tam gövde kaplaması BMW’nin
test birimlerinde geliştirilmiştir. O dönemlerde birçok yönden
tam olarak keşfedilmemiş bir mühendislik alanı olduğu için bu
rekor denemelerinin son derece riskli olduğunu hatırlatmak
isteriz. Lastiklerin yüksek hızlardan dolayı jantlardan
ayrıldığı veya aerodinamik kaplama panelleri nedeniyle
dengesini kaybeden motosikletin yerden yükseldiği durumlar
görülmüştür. Dönemin birçok motosiklet yarışçısı rekor
denemeleri sırasında hayatını kaybetmiştir.
BMW RS 255.
Hafif yapının önemi, yeni geliştirilen ürünlerde önemini tekrar
tekrar ortaya koymuştur. Performansı geliştirmek için ağırlığı
azaltmanın temelinde “az ama öz” felsefesi yatar. BMW,
bu prensibe uygun olarak uçak motoru üretiminden edindiği
tecrübeleri 1917 yılından bu yana motosiklet ve otomobil
üretimine de aktarmaya çalışmıştır. 1938 yılından kalan
BMW RS 255’in oldukça şık bir havası vardır. Motosikletin
gövdesinde kullanılan konik oval boruların yüksek yüke maruz
kalan bölgeleri daha kalın, daha düşük yüke maruz kalan
bölgeleri ise daha ince olacak şekilde tasarlanmıştır. BMW
ayrıca, ağırlığı azaltmak için özel malzemeler de kullanmıştır.
Motor ve kompresör muhafazasının yanında arka aks kapağı
magnezyumdan, gidon ve koruyucu plaka gibi diğer bileşenler
ise eşit derecede hafif alüminyumdan yapılmıştır.
Bu motosiklet, üretilen benzer modellere kıyasla yaklaşık
40 kilogram daha hafiftir. Dönemin İngiliz yarış motosikletlerine
kıyasla 20 kilogramlık bir avantaja sahiptir. Bu bakımdan,
BMW’nin bu model ile 1930’lu yıllarda büyük yarış başarılarına
imza atmış olması şaşırtıcı değildir.
BMW 328 MILLE MIGLIA ROADSTER.
Muhteşem güzellikteki aerodinamik hatlarıyla BMW
328’in bu modeli, tam anlamıyla kusursuz bir görünüme
sahiptir. BMW’nin tasarım tarihinde bir başyapıt olarak
adlandırılabilecek bu model, mükemmeliyetin biçim bulmuş
halidir. Peki bu biçimi bu denli büyüleyici bulmamızın gerçek
nedeni ne olabilir? Sıradan insanları bile kendine hayran
bırakmasının sırrı nedir? Otomobil gövdesinin bir heykeli
andıran görünümü olabilir mi? Bu görünüm, kanatların
otomobil gövdesine entegre edilme biçimi ile ön plana
çıkmaktadır. Otomobilin Almanya’da “Bügelfalten-Roadster”
adıyla anılması bir tesadüf değildir. “Ütü Çizgili Roadster”
olarak çevrilebilecek bu lakap, rüzgar kanatlarının biçimini ifade
etmektedir. Arka tekerleklerde kullanılan kapaklar, bu kusursuz
görünümü daha net bir şekilde vurgulamaktadır. Önden arkaya
doğru kesintisiz biçimde uzanan eğimli hat, klasik BMW
stilini taşıyan uzatılmış motor bölümü kapağı, dairesel farlar
ve genişletilmiş Böbrek Izgaraları mükemmel görünümünü
tamamlamaktadır. BMW 328, 1930’ların en başarılı spor
otomobillerinden biridir. Bu özel tasarım ise roadster serisinin
1940 tarihli Mille Miglia modelinde kullanılmıştır. Momentum
temel alınarak yapılan ilk tasarımlar, rüzgar tüneli çalışmaları
ile daha da geliştirilmiştir. 1940 yılında düzenlenen ve hafif
yapıdaki BMW 328 Touring Coupé’nin kazandığı yarışta
altıncı sırayı elde eden “Ütü Çizgili Roadster” lakaplı otomobil,
tasarımının yanı sıra performansı ile de dikkat çekmeyi
başarmıştır. Günümüzde, BMW dışındaki tasarımcılar bile bu
roadster modelinden ilham almaya devam etmektedir.
BMW 328 MILLE MIGLIA TOURING COUPÉ.
BMW 328, şüphesiz 1930’ların en güzel ve en başarılı spor
otomobilleri arasında yer almaktadır. BMW bu otomobille,
tıpkı 1939 yılındaki 24 saatlik Le Mans yarışında olduğu gibi
2 litrelik motor sınıfında önemli zaferler kazanmıştır. Bunlardan
en önemlisi, “Mille Miglia” olarak bilinen ve 1000 millik bir
parkurdan oluşan İtalya’nın prestijli yarışında 1940 yılında
kazanılan zaferdir. Bununla birlikte, modelin başlangıçta
her vatandaşın satın alabileceği sıradan bir otomobil olarak
pazara sunulduğunu belirtmek gerekir. Seri üretim modeline
uygulanan bazı modifikasyonlar sayesinde otomobil yüksek
hızlı bir yarış otomobiline dönüşmüştür. Yarışlarda kullanılan
versiyon başarısını yüksek motor performansına ve hafif
yapıdaki tasarımına borçludur. Touring Coupé, 1940 yılında
“Mille Miglia” yarışında Huschke von Hanstein ve Walter
Bäumer tarafından kullanılmıştır. O dönemde tutulan kayıtlara
göre Hanstein otomobili çılgınlar gibi kullanmış ve önceden
planlanan sürücü değişikliğini ancak liderliği garanti altına
aldıktan sonra kabul etmiştir. Yarışın dokuzuncu saati geride
bırakıldığında BMW 328 Touring Coupé, yarışın liderliğini ikinci
sıradaki otomobilin on beş dakika önünde sürdürmektedir.
Otomobilin ruhsatına baktığınızda, kamuya açık yollarda
kullanım izni olduğunu görebilirsiniz. BMW 328, “Mille Miglia”
yarışı da dahil olmak üzere dünya pistlerindeki yoluna halen
devam etmektedir. Günümüzde, klasik otomobil rallilerine
katılmaktadır.
BMW 335.
BMW 7 Serisinin ilk öncülerinden olan BMW 335, 1939
civarında üretildi. BMW 335, o dönemlerde şirketin pazara
sunduğu en büyük ve en güçlü modeldi. Otomobil üretiminde
on yıllık deneyimin ardından BMW, bu model ile kendini
lüks sınıf otomobil segmentinde kalıcı olarak kabul ettirmeyi
başardı. Ancak, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi bu
sürece bir ara verilmesine neden oldu. 90 beygir gücünde,
3,5 litre kapasiteli ve 6 silindirli tamamen yeni bir motor
ile donatılan otomobil, 145 km/sa azami hızıyla neredeyse
dönemin diğer tüm sedan modellerinden daha hızlıydı. BMW
335’in tanıtımı, “Otoyol Aracı” sloganıyla yapıldı. BMW 335,
savaş öncesi döneme ait BMW sedan modelleri arasında
tam senkronize şanzımana sahip olan tek otomobildi. Deri,
ahşap ve kroma yer verilen iç donanım şık ve lüks tasarımı ile
öne çıkıyordu. Yaklaşık 7.850 Reichsmark fiyat etiketine sahip
sedan modelin yanı sıra müşteriler 1.000 Reichsmark daha
ödeyerek cabrio modeline sahip olabiliyordu. BMW 335, o
dönemde BMW otomobillerinin üretim tesislerine ev sahipliği
yapan Eisenach kentinde üretiliyordu. Üretim başladıktan
yalnızca birkaç hafta sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verdi.
Bu durumda, modelin dağıtımına devam edilmesi söz konusu
değildi. BMW 335’in üretimi yine de 1941 yılına kadar devam
etti. Ancak, sonrasında uçak motorlarının üretimi öncelikli hale
geldi. Toplamda bu modelden yalnızca 410 adet üretildi. BMW
335’in günümüzde gerçek anlamda nadir bir parça olmasının
nedeni budur.
BMW R 68.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından BMW’nin
dünyanın önde gelen motosiklet üreticilerini yakalaması altı
yılını almıştı. Şirket, saatte 100 mile ulaşan ilk yarış motosikleti
olarak tanıttığı BMW R 68 modelini 1951 yılında piyasaya
sundu. O dönemde, yüksek performanslı spor modellerin
saatte 100 mil sürate çıkabilmesi bekleniyordu. Bununla birlikte
motosikletin azami hızı aslında 160 km/sa, yani saatte
99,4 mildi. Modelde dar bir ön çamurluk, opsiyon olarak
sunulan yükseltilmiş egzoz sistemi, arka tekerleğin üzerine
yerleştirilen ve “yarış selesi” olarak adlandırılan bir sele gibi
sportif özellikler bulunmaktaydı. BMW R 68 büyük beğeni
toplasa da bu durum satış rakamlarına yansımadı. Bunun
nedeni, motosikletin dönemin pek çok kompakt otomobilinden
daha pahalı olmasıydı. Dünya genelinde yalnızca
1.453 müşteri bu hızlı spor motosiklete sahip olma hayalini
gerçekleştirebilmişti. BMW ise yurt içi ve yurt dışındaki imajını
güçlendirmekle yetinmek zorunda kalmıştı. Ancak, bu da
oldukça önemli bir gelişmeydi. Altı yıl önce neredeyse hiç kimse
BMW’nin bu denli hızlı şekilde toparlanması beklemiyordu.
Otomobil ve motosiklet üretimi 1948 yılına kadar yasaklanmıştı.
Tasarımla ilgili dokümanlar ise Sovyetler Birliği’nin işgali
altındaki Eisenach fabrikasında kalmıştı. Mühendislerin,
savaş öncesi modellerinden biri olan BMW R 23’ü en ince
ayrıntısına kadar inceleyerek yeniden yapılandırmaktan başka
bir çaresi kalmamıştı. Yeni motosiklet, bu yeniden yapılandırma
çalışmalarının bir sonucu olarak tasarlandı.
BMW 502.
Düz siyah rengi, standart sis farları, geniş iç tasarımı ve
otomatik aydınlatma özellikli bagajı ile BMW 502, 1950’li
yıllarda lüks segment sedan modellerinden beklenen her
şeyi karşılıyordu. Kavisli bir gövde yapısına sahip otomobil
Almanya’da “Barok Melek” lakabıyla anılıyordu. Motor bölümü
kapağının altında da pek çok yenilik barındıran otomobil,
dünyada seri üretiminde hafif alaşım V8 motor kullanılan ilk
otomobil olma özelliğine sahipti. Motor bloğu, silindir başlığı ve
pistonlar alüminyumdan yapılmıştı. 100 beygir gücündeki bu
hayranlık uyandıran sedan oldukça etkileyici bir yol performansı
sunuyor, motorun kusursuz işleyişi büyük beğeni topluyordu.
Dünyanın dört bir köşesinde BMW’ye ün kazandıran bu güçlü
ve prestijli donanım aynı zamanda şirketi mali çöküşün de
eşiğine getirmişti. Bu lüks model için BMW’nin belirlediği fiyat
yaklaşık 17.500 Batı Alman markıydı. Kıyaslama açısından,
o dönemde fabrika işçileri ayda yalnızca 300 mark civarında
ücret alıyordu. Oldukça az sayıda Alman vatandaşı bir otomobil
için bu rakamları gözden çıkarabilecek durumdaydı. BMW bir
hesap hatası yapmıştı. Geliştirme ve üretim maliyetleri hızla
yükselirken satış rakamları düşük seviyelerde kalmıştı. 1950’li
yılların sonlarına doğru motosiklet piyasasındaki satışlar da
düşmüş ve BMW iflasın eşiğine gelmişti. 1959 yılının Aralık
ayında bir karar alınması gerekiyordu: Şirket, Daimler-Benz’e
mi satılmalıydı? Hissedarlar arasında yapılan unutulmaz bir
toplantıda, küçük hissedarlar ve yetkili satıcılar bu öneriye
şiddetle karşı çıktılar. Böylesine kararlı bir dayanışma ruhundan
etkilenen sanayici Dr. Herbert Quandt, kapsamlı bir kurtarma
planı hazırladı. BMW sermayesinin önemli bir kısmını kişisel
olarak karşılayan Quandt, şirketin geleceğini de güvence altına
almış oldu.
BMW ISETTA.
Günümüzde bir kült statüsüne ulaşan BMW Isetta,
1955 yılının Mart ayında halka ilk kez tanıtıldığında insanlarda
ciddi çekincelere neden olmuştu. Otomobil, tekerlekler üzerine
yerleştirilmiş bir yumurtaya benzetilmiş, ön bölümde yalnızca
bir kapı olması garipsenmişti. Genel görüş birliği, modelin
BMW için uygun olmadığı yönündeydi. Ancak BMW Isetta,
modern ve çağdaş bir bakış açısı yakalamıştı. Ekstra kompakt
ve mikro otomobillerin satış rakamları tırmanış halindeydi
ve Isetta, BMW tarafından gelişen bu pazardan pay alma ve
büyük modellerin satışındaki durgunluğu telafi etme fırsatı
olarak görülüyordu. Uygun bir model arayışında olan BMW,
İtalya’da Rivolta tarafından üretilen “Iso Isetta” modelini
gözüne kestirdi ve detaylı testlerin ardından modelin lisansını
aldı. R 25 motosiklette kullanılan dört zamanlı ve tek silindirli
motorunun entegre edildiği Isetta artık 12 beygir gücüne ve
saatte 85 kilometrelik azami hıza sahipti. Yan yana iki kişinin
oturabildiği, otomobil benzeri bir motosiklet için bu rakamlar
bir rekor niteliğindeydi. Otomobil, 2.580 Batı Alman markı gibi
rakipsiz bir fiyatla piyasaya sunuldu. Almanya’nın yakaladığı
“ekonomik mucize” döneminde yüksek sarış rakamları
yakalayan otomobile “Knutschkugel”, yani “kucaklayan
otomobil” lakabı verildi. Otomobilin artı yönlerinden biri,
neredeyse her türlü park alanına sığabilmesi ve motosiklet
ehliyeti ile kullanılabilmesiydi. Ancak, en büyük avantaj elbette
ki düşük yakıt tüketimiydi ve “tasarruflu sürüş” mottosu
dönemin en ilgi gören reklam sloganlarından biri haline
gelmişti. Birçok Alman vatandaşı, İtalya’daki ilk tatillerine Isetta
kullanarak çıkmıştı. BMW tarafından 1962 yılına kadar üretilen
Isetta, 160.000’in üzerinde bir satış rakamına ulaşarak şirket
için büyük bir başarı teşkil etmiştir.
BMW 507.
Bazı şeyleri abartmak kolaydır. Ancak, “döneminin en güzel
spor otomobili” unvanını hak edecek bir roadster varsa,
bu elbette BMW 507 olacaktır. Almanya’da, Münih’e uzanan
kökenlerine gönderme yapılarak “Traum von der Isar”,
yani “Isar nehrinin hayali” olarak adlandırılan otomobil 1955
yılında Frankfurt Uluslararası Otomobil Fuarında tanıtıldığında
hem sektörü hem de halkı şaşkınlığa uğratmıştı. Otomobilin
eskizini ilk kez New York’taki stüdyosunda çizen genç tasarımcı
Kont Albrecht Goertz, olağanüstü bir başarıya imza atmıştı.
Uzun motor bölümü kapağı, ölçülere göre ısmarlama üretilen
sürücü bölmesi, kısaltılmış arka tasarımı, boylamasına uzanan
yan hatları ve kusursuzca uygulanan kavisleri otomobili
benzersiz kılıyordu. Özel bir detay olarak, BMW’nin böbrek
şeklindeki iki parçalı radyatör ızgarası bu sefer dikey yerine
yatay olarak yerleştiriliyor ve iki far arasında şık ve kavisli bir hat
oluşturarak muhteşem görünümü tamamlıyordu. BMW 507’nin
motor bölümü kapağının altındaki 8 silindirli alüminyum V
motor, dünyada büyük ölçekli üretime alınan ilk hafif alaşım
V8 motor olarak 150 beygir gücü, 3,2 litrelik hacim ve 220 km/
sa maksimum hız sunuyordu. BMW 507, dünyanın dört bir
köşesinde ünlü isimlerden yoğun bir ilgi görmüştü. Bu isimler
arasında Alain Delon ve o dönemlerde Batı Almanya’da
askerliğini yapan ve otomobile adeta aşık olan rock yıldızı Elvis
Presley de yer alıyordu. Ancak kadın hayranlarının otomobili
üzerine rujla yazdığı aşk mesajları nedeniyle Presley, BMW’sini
boyatmak zorunda kalmıştı. Otomobilin rengi beyazdan parlak
kırmızıya dönüşmüş ve sorun böylece çözülmüştü. BMW
tarafında yalnızca 251 adet üretilen 507, tüm zamanların en
pahalı klasik otomobillerinden biri haline gelmiştir.
BMW 1500.
BMW’nin yeni yüzünü temsil eden bu Notchback sedan
modeli, 1961 yılında Frankfurt am Main Uluslararası Otomobil
Fuarında sergilenen en göz alıcı parçaydı. BMW 1500’ü
yakından görmek isteyen ziyaretçiler yarım saat boyunca
kuyrukta beklemişlerdi. Basın sektörü de otomobil konusunda
eşit derecede heyecanlıydı. Nihayetinde, fiyatını son kuruşuna
kadar hak eden özgün bir BMW piyasaya sunulmuştu.
İşçiliğindeki detaylarla öne çıkan otomobil boyasından yapı
malzemelerine kadar bir başyapıt niteliğindeydi. Ziyaretçiler
özellikle otomobilin nötr, gösterişsiz tasarımına ve C kesintinde
“Hofmeister Kıvrımı” olarak bilinen kıvrım efektine bayılmıştı.
Otomobilin etkileyici bir başka yönü ise 1,5 litrelik hacme ve
80 beygir gücüne sahip dört silindirli yapılandırmasıyla dinamik
motor performansıydı. Modern, sportif ve yüksek performanslı
bir otomobil olan BMW 1500, şirketin o dönemler ürettiği
ekstra kompakt otomobiller ile ‘’Barok Melek’’ adıyla bilinen
rahat ve lüks modeller arasındaki açığı kapatmıştı. BMW
1500’ün ilk üretimi 1962 yılının sonbaharında montaj hattından
çıkmıştı. Bu aşamada 20.000 adet otomobil siparişi verilmişti.
Modeli geliştirmeye devam eden BMW, çeşitli değişiklikler
yaparak seriyi “Yeni Sınıf” olarak piyasaya sundu ve başarıya
ulaştı. Orta segmentte sportif bir sedan stratejisi müşterilerin
beğenisini kazanmıştı. 1972 yılına gelindiğinde yaklaşık
360.000 adet “Yeni Sınıf” otomobil üretilmişti. BMW’nin
otomobil üretimi bu hamleyle yeni bir boyut kazanmıştı.
BMW 700.
Takvimler 9 Haziran 1959 tarihini gösterirken BMW, en son
modelini, yani BMW 700 Coupé’yi tanıtmak için sektörle ilgili
çok sayıda gazeteciyi Münih yakınlarındaki Feldafing’e davet
etmişti. Gergin bir bekleyişin ardından örtüler kalktığında aynı
anda büyük bir alkış koptu. BMW’nin 1950’li yıllarda girdiği
çukurdan çıkmış olduğu dakikalar içinde anlaşılmıştı.
Yeni otomobil hızlı bir şekilde yüksek talep görmüş, müşteriler
otomobile kavuşmak için aylarca beklemek zorunda kalmıştı.
1960 yılında BMW’nin yıllık cirosunun yarısından fazlasını
BMW 700 Coupé ve sedan modelleri oluşturuyordu. Ağırlıklı
olarak şık tasarımıyla ön plana çıkan BMW 700, şirketin üniter
gövdeli ilk otomobiliydi ve ayrıca C kesitinde karakteristik
“Hofmeister Kıvrımı” imzasını taşımayan son BMW modeliydi.
BMW 700’ün alışılagelmişin dışına çıkan bir başka özelliği
de otomobilde böbrek şeklindeki iki parçalı radyatör
ızgaralarının bulunmamasıydı. Bu tasarım, motorun otomobilin
arka bölümünde olduğuna da işaret ediyordu. Ön tarafta
konumlandırılan saklama bölümü iki büyük bavul ve bazı
küçük bagaj eşyaları geniş bir saklama hacmi sunarak büyük
bir avantaj sağlıyordu. O dönemde BMW 700, daha ucuz bir
model olan Volkswagen Beetle ile doğrudan rekabet içindeydi.
Sunduğu geniş saklama alanı BMW 700’ün lehine olmuştu.
Ancak her şeyden önemlisi, BMW 700 görsel anlamda
diğerlerinden farklı olmak isteyen sürücülere hitap ediyordu.
BMW 1602.
BMW’nin 50. kurumsal yılını kutlamak üzere 1966’da
piyasaya sunulan BMW 1602’nin ikonlaşmış bir klasik haline
geldiğini söyleyebiliriz. Başlangıçta, yeniden organize edilen
otomobil üretim programı kapsamında bir giriş modeli olarak
konumlandırılması amaçlanan otomobil, sonradan tüm iki
kapılı sedan modellerin tasarım temeli haline geldi ve bir
anlamda BMW 3 Serisi’nin öncüsü oldu. BMW 1602, dokuz
yıl boyunca BMW portföyünün bir parçası olmaya devam etti.
Şık hatlara, düz yüzeylere ve karmaşadan uzak bir geometriye
sahip otomobilin gövde tasarımı oldukça etkileyiciydi.
Otomobilin temelinde, “Yeni Sınıf” olarak adlandırılan dönemin
4 kapılı modellerinde kullanılan başarılı mühendislik özellikleri
yatıyordu. 85 beygir gücündeki 1,6 litrelik motorda kullanılan
silindir başlığı, BMW 1800 modelinin büyük emme valflerine
sahipti. Sıfırdan yüz kilometre hıza yalnızca 13,3 saniyede
ulaşan otomobilin maksimum hızı ise 160 km/saatti.
8.650 Batı Alman markı fiyat biçilen bu sedan modeli ek
ücret karşılığında arkaya yatan koltuklar ve çelik kuşaklı radyal
lastikler gibi ekstra özellikler de sunuyordu. Hem sportif hem de
aile dostu olan otomobil, yüksek enerjisiyle müşterilerin ilgisini
çekmeyi başarmış, alınan siparişler en iyimser tahminlerin bile
üzerine çıkmıştı. Otomobil piyasaya sunulduktan bir yıl sonra,
yani 1967’de, “Yeni Sınıf” modellerin neredeyse tamamı kadar
BMW 1602 üretilmiş, bir yıl içinde 38.000’in üzerinde otomobil
sipariş edilmişti. BMW 1602, çok kısa bir sürede şirketin en
başarılı modeli haline gelerek satışların inanılmaz şekilde
artmasında rol oynamıştır.
BMW 2000 TI.
Bu modele baktığınızda hızlı bir yarış otomobili mi yoksa
aile dostu bir touring sedan mı görüyorsunuz? BMW 2000
Tl, 1960’lı yılların klasik touring otomobilinin geleneksel
üretim modelinden ne kadar zor ayırt edilebileceğinin güzel
bir örneğidir. BMW 2000, BMW 5 Serisi’nin öncüsü olarak
kabul edilen “Yeni Sınıfın” en üst modeli olarak 1966 yılında
piyasaya sunuldu. Tl versiyonunun motorunda çiftli karbüratör
kullanılıyordu. 100 beygir gücü yerine 120 beygir gücüne sahip
bu motorun azami hızı 180 km/saatti. Burada sergilenen
otomobil, yaklaşık 180 beygir gücüne sahip BMW 2000 Tl yarış
modelidir. Bu otomobil, touring kategorisinde ön sıralardaki
yerini vakit kaybetmeden almıştır. Alman otomobil yarışçısı
Hubert Hahne, Nürburgring pistindeki olağanüstü tur rekorunu
bu otomobille kırmıştır. Hahne ayrıca, Belçikalı kopilot
Jacky Ickx ile birlikte Circuit de Spa-Francorchamps pistinde
Spa 24 Hours yarışını da kazanmıştır. Hahne son olarak,
BMW adına yarıştığı Avrupa Touring Otomobil Şampiyonasında
zafere ulaşmıştır. BMW 2000 TI’ın sergilediği ekstra motor
performansının keyfini profesyonel yarışçıların yanı sıra sıradan
müşteriler de çıkarmıştır. Ancak kısa süre sonra müşterilerin,
2 litrelik temel modelin sunduğu rahatlıktan ve prestijli
görünümden vazgeçmeye niyetleri olmadıkları görülmüştür.
BMW, 2000 Tl’ın piyasaya sürülmesinden yalnızca altı ay
sonra 2000 Tilux modelini tanıtarak beklentilere yanıt vermiştir.
Müşteriler, 1.000 Batı Alman markı gibi küçük bir ek ücret
karşılığında sportif görünüm ve tutku dolu performansın yanı
sıra “Tilux” model adıyla açıkça ifade edildiği gibi şık ve lüks
özelliklerin de keyfini çıkarabilmiştir.
BMW 2002 TI.
Döneminin diğer bir kült otomobili olan BMW 2002, 1960’larda
ve 70’lerde BMW’yi tekrar karlı bir şirket konumuna taşıyan
02 Serisi’nin en ünlü temsilcisi olarak görülmektedir. 1968
yılında piyasaya sunulan dinamik ve aile dostu BMW 2002,
kısa süre içinde sportif sedan otomobillerin simgesi haline
geldi. Yürüyen aksam, süspansiyon ve motorun mükemmel
uyumuyla elde edilen sürüş karakteri sayesinde dönemin
diğer tüm araçları arasında neredeyse eşi benzeri yoktu.
Şirketin “Eşsiz Sürüş Keyfi” sloganı, BMW 2002’nin sürücülere
sunduğu deneyimi tam olarak anlatıyordu. Otomobil,
son derece güçlü bir motora sahipti. 185 km/sa azami hıza
sahip olan BMW 2002 TI, sıfırdan yüz km/sa’e yalnızca on
saniyede ulaşmaktadır. Bu modelin sunduğu ekstra özellikler
arasında, hızlanma süresini yalnızca 9,1 saniyeye indiren beş
vitesli şanzıman da yer almaktaydı. O dönemde bundan iyi
sonuçları yalnızca gerçek spor otomobiller elde edebilmekteydi.
BMW 2002’nin kült statüsüne ulaşmasına yardımcı olan bir
başka özellik de otomobilde zaman zaman sıra dışı renklerin
kullanılmasıydı. “Colorado” Turuncusu, Golf Sarısı veya Metalik
Taiga Yeşili seçenekleri herkesin zevkine hitap etmeyen ancak
dikkat çekici bir görünümü garanti eden sıra dışı renklerdi.
02 Serisi’nin üretildiği on yıl içinde BMW bu otomobillerden
yaklaşık 860.000 adet satmayı başardı. Bu sayı, 1929 yılından
1968 yılına kadar satılan tüm BMW otomobilleri toplamından
daha fazlaydı. Serinin kompakt tasarımı ve çağdaş sportif
görünümü, BMW markasının günümüzdeki tasarım
değerlerinden kesitler sunmaya devam etmektedir.
BMW 3.3 Li.
“Barok Melek” lakaplı BMW 502 modellerinin sonuncusu
1963 yılında üretim hattından çıkmıştı. Şirket, bu büyük seriyi
tamamen yenilemeyi kendisine hedef edinmişti. Dört yıl süren
yenileme sürecinin sonucu oldukça heyecan vericiydi.
Kurum içinde E3 olarak adlandırılan yeni seri, modern ve sportif
özellikleri sayesinde sektörde büyük bir etki yaratmayı başardı.
1974 yılında piyasaya sunulan BMW 3.3 Li, yeni serinin bir
parçasıydı. “Uzun versiyon” anlamına gelen “L” harfi, üstün
özellikleri beraberinde getiren genişletilmiş aks aralığını ifade
ediyordu. “Enjeksiyon” anlamına gelen “i” harfi ise yenilikçi
yakıt enjeksiyonuna göndermede bulunuyordu. Bu yenilikler
sayesinde otomobilin motoru, sürücü ayağını gaza bastığı
anda çok daha güçlü bir tepki veriyordu.
Hızının yanında lüks tasarıma sahip olan bu model, kısa
sürede üst sınıf bir BMW olarak nam saldı. Modelin çarpıcı
tasarım özelliklerinden biri de “Hofmeister Kıvrımı” adıyla
bilinen tasarım elementiydi. Bu terim, arka tavan sütununun
taban kısmında, pencere çerçevesindeki hafif kıvrım efekti
anlamına gelmektedir. Bu detay kısa süre içinde müşteriler
tarafından görsel olarak etkileyici bulunmuştur. “Hofmeister
Kıvrımı” o zaman beri BMW’nin kendine özgü bir imzası olarak
kullanılmıştır. Bu tasarım elementi, günümüzde de neredeyse
tüm modellerde mevcuttur. Wilhelm Hofmeister, 1955 yılından
itibaren gövde geliştirme departmanının başkanlığını yapmıştır.
Bu departman, 1970 yılına kadar BMW tasarımlarından da
sorumlu olmuştur. Hofmeister, bu tasarım elementini ilk
olarak 1961 yılında BMW 3200 CS ve Yeni Sınıf otomobillerde
kullanmıştır.
BMW 3.0 CSi.
Bu Coupé modelini bir BMW tasarım ikonu haline getiren
şey sportif sürüş keyfinin lüks ve şık tasarım özellikleriyle bir
araya getirilmiş olmasıdır. Otomobilin her ayrıntısında sade
ve zarif detaylar öne çıkmaktadır. Motor versiyonuna bağlı
olarak, motor bölümü kapağının altında 200 beygir gücüne
ulaşan bir performans yatmaktadır. BMW 3.0 CSi, gelişimsel
açıdan baktığımızda BMW’nin 1962 yılından itibaren otomobil
piyasasında büyük bir sıçrama yapmasına olanak tanıyan
ve “Yeni Sınıf” olarak bilinen tasarımıyla aynı çizgidedir.
Otomobilin en ayırt edici özelliği ise yolcu bölmesinin son
sütununda yer alan ve “Hofmeister Kıvrımı” adıyla bilinen
tasarım elementidir. Bu tasarım elementi, o dönemde
BMW’nin baş tasarımcısı olan Wilhelm Hofmeister ile aynı adı
taşımaktadır. Bu kıvrım, günümüzde de neredeyse tüm
BMW modellerinde kullanılan popüler bir özelliktir.
BMW 3.0 CSi ayrıca iyi dengelenmiş oranları, keskin hatları ve
otomobilin iç bölümüne bol miktarda ışık girmesini sağlayan
geniş pencereleri ile cezbedici bir modeldir. Bu model ile ilgili
olarak çoğu insan, belirgin bir tasarım elementi olarak öne
çıkan tamponları izlemekten keyif alır. Bu tamponlar modern
otomobillerde genellikle boyanın altında kaybolmaktadır.
Otomobilin dönemine getirdiği yeni özelliklerden bir diğeri ise
yan bölümlerdeki büyük sinyal lambalarıdır. BMW 3.0 CSi,
“Yeni Sınıf” ile sonraki BMW serileri arasında bir köprü
niteliğindedir. Otomobil, BMW tasarım tarihinde mutlak bir
kilometre taşı olarak yerini almıştır.
BMW R 90 S.
Bu motosiklet, BMW’nin bir tasarımcı ile gerçekleştirdiği ilk
çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştı. 1973 yılında satışa
çıkarılan motosiklet kısa süre içinde insanların hayallerinde
kendine yer edinmeyi başardı. İki rengin geçişli olarak
kullanıldığı boyama tekniği özellikle çarpıcı bir detay olarak
öne çıkıyordu. Bu boyama tekniği, Smoke Black/Silver ve
Daytona Orange renklerinde motosikletin üstün karakterini
daha net bir şekilde vurguluyordu. Gidona monte edilmiş
rüzgarlık ise tamamen yeni ve çarpıcı başka bir özellik olarak
ön plandaydı. BMW R 90 S, bu özelliğe sahip olan ilk seri
üretim motosikletti. Rüzgarlığın ilham kaynağı ise motosiklet
yarışlarıydı. Cam elyafıyla güçlendirilmiş plastikten (FRP)
üretilen rüzgarlık, motosiklet tasarımda bir başka yenilik olan
ve “integral kokpit” adıyla bildiğimiz, çeşitli göstergelerden ve
ekranlardan oluşan bölümü koruyordu. Ancak, motosikleti bu
kadar karşı konulmaz kılan şey yalnızca bu detaylar değildi.
BMW R 90 S’in motosiklet tasarımı konusunda halen bir ikon
olarak görülmesinin nedeni, kokpitten başlayarak selenin arka
ucuna kadar devam eden dinamik hatlarıydı. Bu yeni tasarım
fikri hedefi tam anlamıyla on ikiden vurmuştu.
BMW 3.0 CSL IMSA.
BMW’nin touring otomobil yarışlarındaki imajını
BMW 3.0 CSL kadar şekillendiren başka hiçbir otomobil
olmamıştır. Altı Avrupa Şampiyonluğuna sahip bu otomobil,
1973 ile 1979 yılları arasında touring yarışlarında hakimiyetini
ilan etmiş, bu sayede BMW markası Avrupa touring otomobil
yarışlarında nihayet kalıcı bir yer edinmişti. Touring otomobiller,
seri üretim araçlarının motor sporları için belirli ve onaylanmış
kurallara göre modifiye edilmesiyle elde edilirler. Temelde
normal satış için tasarlanmış otomobiller olmaları gerekir.
Seri üretim otomobilleri ve yarış otomobilleri arasında canlı bir
teknoloji alışverişi söz konusudur. Önemli yenilikler ilk olarak
yarışlarda denenir. Örnek vermek gerekirse
BMW 3.0 CSL, 4 valfli teknolojiye ve Anti Blokaj Fren Sistemine
sahipti. Bu özellikler seri üretim otomobillerinde ancak birkaç
sene sonra kullanılmaya başlanan teknolojilerdir. Almanca
açılımı “Coupé Sport Leichtbau” olan CSL kısaltması,
“Hafif Spor Coupé” anlamına gelmektedir. Otomobil, yüksüz
halde 1.602 kilogram ağırlığındadır. Vites oranına bağlı olarak
bu otomobil, sıfırdan yüz km/sa’e yalnızca dört saniyede
ulaşabilir. BMW Motorsport, 1975 yılından itibaren Kuzey
Amerika’ya odaklanmaya başladı. Büyük oranda genişletilmiş
kanatlara sahip CSL Coupé otomobiller, IMSA Yarışlarında
güçlü rakiplerle karşılaştı. Hans-Joachim Stuck ve Dieter
Quester gibi sürücüler, bu yarışlarda muhteşem başarılar elde
etmeyi başardı. 1975 yılında BMW, Takımlar Şampiyonasını
kazanma başarısına imza attı. “Bavyera Motor Fabrikalarının”
ürettiği yarış otomobilleri BMW için önem arz eden marka
temsilcileri konumuna geldi ve şirketin kritik önem taşıyan ABD
pazarına açılımını destekledi.
BMW R 100 RS.
BMW’nin bu motosiklet ile 1976 yılında elde ettiği büyük başarı
kesinlikle şans eseri değildi. 1950’lerin ortalarından itibaren
Avrupa’daki motosiklet satışı rakamları hızlı bir düşüş içindeydi.
Bir araç almaya parası yeten herkes otomobil satın almayı
tercih ediyordu. Hemen bir imaj kurtarma çalışması yapılması
gerekiyordu. 1969 yılında sinemalarda oynatılan “Özgürlüğün
Bedeli” gibi filmlerde motosikletlere yer verilmesi bu çalışmaları
başarıya ulaştırdı. Motosiklet sürmek yaşam tarzı haline
gelmişti ve motosikletler artık özgürlüğü ve maceracı duyguları
temsil ediyordu. 1970’lerin başlarından itibaren motosiklet
satışları tekrar yükselmeye başladı. Bu gelişmeler ışığında
BMW, yeni ürününü tam olarak doğru zamanda piyasa
sürmüştü. Buna ek olarak motosiklet, görsel açıdan bir devrim
niteliğindeydi. BMW R 100 RS, sürücüyü rüzgar tünelinde
geliştirilmiş tam boy bir rüzgarlığın arkasında konumlandıran
dünyanın ilk seri üretim motosikletiydi. Bu rüzgarlık,
yalnızca rüzgara ve ıslak zemin koşullarına karşı koruma
sağlamakla kalmıyor aynı zamanda yüksek hızlarda yapılan
uzun mesafeli yolculuklarda bile sürücünün dik durmasına
imkan tanıyordu. Motosikletin, İtalya’daki Nardö Ring pistinde
yüz kilometrede ortalama 220,71 km/sa hıza ulaşarak dünya
uzun mesafe rekoru kırması sürpriz değildi. Alman motosiklet
dergisi “Das Motorrad” tarafından düzenlenen ilk okuyucu
anketinde BMW R 100 RS “Yılın Motosikleti” seçildi.
BMW M1.
BMW, 1972 yılında motor sporlarıyla ilgili tüm faaliyetleri tek
bir çatı altında toplayarak yeni bir şirket olan BMW Motorsport
GmbH’yi kurdu. Tamamen BMW mülkiyetindeki bu şirket,
yeni kurulan yarış bölümünün başkanı Jochen Neerpasch
tarafından ilerleyen yıllarda motor sporlarında sayısız
zafere imza atacak dinamik ve etkili bir takım oluşturmak
için genişletildi. Program kapsamında sportif özellikleri
gelişmiş BMW otomobillerin üretimi de yer alıyordu. BMW
M1 spor otomobil, 1978 yılında piyasaya sunuldu. Bu modeli,
BMW Motorsport tarafından üretilen ilk otomobil olması
bakımından tüm BMW M modellerinin “büyük babası”
olarak tanımlayabiliriz. Ortadan motorlu ilk safkan BMW
spor otomobil konumundaki model, bu açıdan büyük bir
heyecan yarattı. Otomobilin nefes kesici tasarımı İtalyan
Giorgetto Giugiaro’ya aitti. BMW, bu otomobili geliştirmek için
Lamborghini ile yakın iş birliği içinde çalışmıştı.
Bu iş birliği, BMW M1’in günümüzde bile son derece göz
dolduran bir spor otomobil olmasına büyük katkıda bulundu.
BMW M1’in en çarpıcı özelliği, zemine yakın ve fütürist bir
tarza sahip olmasıdır. Bu tarz, otomobilin ön bölümüne
entegre edilmiş açılır farlar ile tamamlanmaktadır. BMW M1,
yarış versiyonlarından türetilmiş seri üretim modellerinin nadir
örneklerinden biridir. Süreç genellikle bunun tam tersi şekilde
gerçekleşir. BMW M1 bu bakımdan aslında seri üretime geçen
modifiye edilmiş bir yarış otomobiliydi. BMW M1 yarış modelleri,
en yüksek performanslarını Avrupa Formula 1 yarışlarıyla
birlikte düzenlenen Procar Şampiyonasında 1979 ve 1980
yıllarında gerçekleştirdi. Her biri 470 beygir gücünde motorla
donatılmış yaklaşık 25 BMW M1 otomobilin, sağır edici motor
sesleri eşliğinde zafere ulaşmak için savaşması izleyicilere
keyif veriyordu.
BMW 323i.
Günümüzde markanın ikonlarından biri olan BMW 3 Serisi,
her zaman çok satanlar arasında yer almıştır. BMW 3 Serisi,
1981 yılında bir milyon satış barajını aşan ilk seri olmuştur.
BMW 3 Serisi, günümüze kadar markanın merkezinde yer
almaya devam etmiştir. 1975 yılında piyasaya sunulan serinin
ilk modeli, kokpitte her şeyin sürücüye dönük yerleştirildiği ilk
seri üretim otomobil olma özelliğini taşımaktaydı. Dikkat çekici
özelliklerinden biri de “köpek balığını” andıran ön kısım, yan
görünümde dinamik çizgiler ve arka bölümdeki güçlü hatlardan
oluşan bir gövde tasarımıydı. Bu tasarım özellikleri, önceki
modellere kıyasla yeni 3 Serisi modellere çok daha esnek ve
dolayısıyla çok daha olgun bir görünüm kazandırmıştı. Şirket
içinde E21 olarak bilinen 3 Serisi ile BMW, 02 Serisine ait şık,
sportif ve kompakt sedan tasarımından ilham alarak modern
ve zemine daha yakın orta sınıf bir spor sedan üretmişti.
BMW 3 Serisi, 02 Serisi ile prestijli 5 Serisi arasındaki boşluğu
başarılı bir şekilde kapatmıştı. Otomobiller konusunda
uzman bir dergi, seri ile ilgili olarak şunları yazmıştı: “BMW
mühendisleri muazzam bir başarı gösteriyor. Yürüyen aksam
ve süspansiyon koordinasyonunda sağlanan denge E21’i
sportif sürüş için mükemmel hale getirirken direksiyon başında
hoyratça davransanız bile otomobilin içindekiler bundan
rahatsız olmuyor.” BMW’nin geliştirme mühendisleri, 1977
yılından sonra 3 Serisinde 6 silindirli bir motor kullanarak
orta sınıf otomobiller için bir ilki gerçekleştirdiler. 143 beygir
gücüne sahip bu motor, sıfırdan yüz km/sa hıza 9,5 saniyede
ulaşıyordu. Çift çıkışlı egzoz sistemi sayesinde otomobil tipik
olarak gür ve coşkulu bir sese sahipti. Yürüyen aksam ve
süspansiyonun sportif kombinasyonu, manevra kabiliyeti ve
altı silindirli güçlü motoru otomobili oldukça popüler bir model
haline getirmişti.
BMW R80 G/S.
BMW motosiklet tarihinin bir diğer kilometre taşı,
1980 yılında piyasaya sunulan BMW R 80 G/S modelidir.
Bu model, birbiriyle bağdaşması mümkün görünmeyen
zıtlıkları mükemmel bir şekilde birleştirmeyi başarmıştır.
Uzun mesafede konforlu bir touring deneyimi sağlayan
model diğer yandan off-road sürüş için güvenli ve yüksek
manevra kabiliyetine sahip bir motosiklet olarak öne çıkmıştır.
Motosikletin piyasaya sunulmasıyla, uzun mesafeli büyük
enduro olarak adlandırılan yeni bir araç sınıfı da doğmuştur.
Model ayrıca bir yarış motosikleti olarak da başarısını
kanıtlamıştır. Karşılıklı çift silindire sahip 797 cc hacimli ve
50 beygir gücündeki bir motorla donatılmış bu motosiklet,
1981 yılında Fransız Hubert Auriol’ün çoğunlukla çöllük
arazilerden oluşan yaklaşık 800 kilometrelik ayrı etapların yer
aldığı bir uzun mesafe yarışı olan ve dünyanın en ünlü rallisi
olarak kabul edilen Paris-Dakar Rallisini kazanırken kullandığı
modeldir. BMW, 1983 ile 1985 yılları arasında bu motosikletle
üç zafer daha kazanmıştır. Son iki harfi Almancada Gelände/
Straße (arazi/yol) kelimelerine gönderme yapan BMW R 80
G/S, iki silindirli motora ve 800 cc hacme sahip ilk enduro
modelidir. Tek silindirli hafif modellerin bu zorlu rotada favori
olarak görülmesinden dolayı BMW’ye ilk başta kuşkuyla
yaklaşılmıştır. Ancak BMW, R80 G/S modelinin arazi yollarında
dahi zorlu koşulların üstesinden mükemmel bir şekilde geldiğini
kanıtlamıştır. Paris-Dakar Rallisinde elde edilen erken başarı,
bugün halen aramızda olan “GS efsanesinin” doğuşuna büyük
katkı sağlamıştır.
FORMULA 1: BT 52.
Formula 1, motor yarışlarının en üst noktasını temsil etmektedir.
Bu nedenle BMW, Formula 1 motor yarışları tarihinde
turboşarjlı motora sahip ilk otomobil olan güçlü ve başarılı
Brabham BT 52 ile bir dünya şampiyonluğu kazanmaktan
gurur duymaktadır. Brezilyalı sürücü Nelson Piquet, 1983
dünya şampiyonasını kazanırken turboşarjlı motoru BMW
tarafından geliştirilen bu otomobili kullanmıştır. Şarj basıncına
bağlı olarak 790 beygir gücüne kadar çıkan motorun eğitim
etapları sırasında yapılan ölçümlerde 1.000 beygir gücünün
üzerine çıktığı görülmüştür. Turboşarj, enjekte edilen yakıtla
birlikte dört silindire giren havanın yoğunluğunu artırarak
motorun performansını yükseltmiştir. Ateşleme sistemi
elektronik bir çip tarafından kontrol edilen motor, o dönemlerde
mutlak bir devrim yaratmıştır. Bu sistem, motordaki son derece
karmaşık süreçlerin koordine edilmesine olanak tanımıştır.
BMW, 1987 yılında Formula 1 için motor tedarik etmeye ara
vermiştir. 2000 yılında motor yarışları arenasına Williams ekibi
için motor tedarik ederek geri dönen BMW, 2006 yılında kendi
takımı ile yarışmaya başlamıştır. Peter Sauber’in sahip olduğu
İsviçreli yarış takımını devralan BMW, hiç vakit kaybetmeden
yeniden yapılanmış ve hem yarış kazanma hem de dünya
şampiyonluğunu kovalama potansiyeline sahip bir takım
olarak Formula 1’deki yerini almıştır. Başarılarına yeni podyum
dereceleri ekleyip 2008 Kanada Grand Prix yarışında zafer
elde eden BMW, 2009 yılında Formula 1 motor yarışlarından
tekrar ayrılmıştır. Bu otomobil, Alman yarış pilotu Nick Heidfeld
ve daha pek çok pilot tarafından kullanılmıştır. 1983 model
Brabham BT 52’ye kıyasla bu otomobilde çok daha fazla
sayıda spoyler ve hava yönlendirme plakası bulunmaktadır.
Kanat adı verilen bu parçalar, yarış otomobilini yol üzerinde
tutan basıncı artırmaya yardımcı olur. 1980’lerden beri önemli
ölçüde değişim geçiren bir başka bölüm de kokpittir. Örneğin,
günümüzdeki versiyonda direksiyon çıkarılabilmektedir.
Direksiyon çıkarılmadan, sürücünün otomobile girebileceği
kadar bir alan bulunmamaktadır. Direksiyonun kendisinde
de değişiklikler yapılmıştır. Günümüzde açılı bir yapıya sahip
olan direksiyon, sürücünün ezbere bilmesi gereken çok sayıda
düğme içermektedir.
BMW M5.
Her yönüyle üstün bir otomobil, yani BMW M5, 1985 yılının
Şubat ayında BMW 5 Serisi’nin en güçlü modeli olarak
piyasaya sunuldu. BMW, bu otomobil ile Executive sınıfında
yüksek performanslı yeni bir sedan segmentinin kapılarını
açmış oldu. BMW 5 Serisi’nde yer alan seri üretim otomobillere
kıyasla dış tasarımdaki farklar sıkıştırılmış spoyler, daha
geniş çamurluk davlumbazları, hafifçe alçaltılmış gövde ve
daha geniş jantlardan ibaretti. Ancak, BMW M5’in motoru
çalıştırıldığında diğer her şey önemini yitiriyordu. Olağanüstü
performans rakamlarına sahip bu otomobil, sıfırdan yüz km/
sa hıza 6,5 saniyede ulaşırken 245 km/sa azami hızı ile herkesi
etkiliyordu. Böylesine bir motor performansı, o dönemlerde
neredeyse hayal bile edilemiyordu. Spor süspansiyon
ayarı, arka aks üzerindeki diferansiyel kilidi ve genişletilerek
güçlendirilmiş disklere sahip fren sistemi gibi özellikler
otomobilden beklenen yüksek dinamikli sürüş potansiyelini
tam anlamıyla karşılıyordu. Otomobilin öne çıkan bir diğer yönü
ise özel lastikleriydi. Lastiklerin sıra dışı tasarımı, basınç kaybı
durumunda bile lastiklerin jant üzerinde kalmasına yardımcı
oluyordu. 2.200’den fazla el yapımı birinci nesil BMW M5,
1987 yılının sonlarında üretim durdurulmadan önce Münih’teki
BMW Motorsport fabrikasından çıkarak piyasaya sunuldu.
Ardından dört nesil daha üretildi. Günümüzde modelin beşinci
nesli de tıpkı kendinden önceki nesiller gibi sportif özellikleriyle
herkesi etkimeye devam etmektedir. Bunun en önemli
nedenlerinden biri ise hayranlık uyandırıcı bir güç sağlayan
TwinPower turbo teknolojili 560 beygir gücündeki V8 motordur.
BMW Z1.
Roadster pazarına geri dönüş. BMW, bu pazarda neredeyse
otuz yıldır varlık göstermiyordu. Uzun bir sürenin ardından
şirket, 1987 yılında Frankfurt’ta gerçekleştirilen Uluslararası
Otomobil Fuarında BMW Z1’i tanıttı. Prototipin büyük ilgi
görmesi üzerine BMW, bu roadster modelini sınırlı sayıda
üretmeye karar verdi. 1988 ile 1991 yılları arasında bu
otomobilden tam olarak 8.000 adet üretildi. Yere yakın bir
ön tasarıma sahip olan model, olağanüstü stili ile dönemin
modasıyla tam bir uyum içindeydi. BMW Z1, başlangıçta yeni
teknolojileri test etmek amacıyla tasarlanan deneysel bir
otomobil olarak düşünülmüştü. Ancak bu teknolojiler de kısa
süre içinde geniş çaplı kabul gördü. Örneğin, kesintisiz biçimde
kaynaklanmış monokok gövde, yani tek parçalı şasi oldukça
hafif olmasına rağmen son derece sağlam ve dengeliydi.
BMW Z1’in ayrıcalıklı özelliklerinden biri de kapılarıydı. Kapılar,
tek bir düğmeye basılarak marşpiyelerin içine girebiliyor ve
otomobil hareket halindeyken de açık kalabiliyordu. BMW,
düzenleyici kurulların buna izin vermeyeceğini düşünmüştü,
ancak gerekli izin verildi. Bu sayede BMW Z1, otomobil tarihi
meraklılarının kalbinde çok önemli bir yere sahip oldu. Ancak,
tavan kapalı konumdayken otomobile binip inmenin çok zor
olduğunu ve bagaj için çok az yer bulunduğunu dile getiren
yorumlar da yapılıyordu. Diğer yandan, “Autobild” adlı otomobil
dergisinin değerlendirmesi oldukça kısa ve özdü: “BMW Z1
vaadini tam anlamıyla gerçekleştiriyor: gerçek bir roadster
ile sürüş keyfi.” Böylece, BMW’de yeni bir roadster geleneği
başladı.
BMW 325iX TOURING.
BMW 325iX, BMW kurumsal tarihinde seri üretime giren ilk dört
çeker otomobildi. Müşteriler, önde gelen otomobil dergilerinin
mektup sayfalarında BMW’nin nihayet bir orta sınıf off-road
modeli üretmesinden dolayı duydukları memnuniyeti dile
getiriyordu. Arkadan itişli otomobiller, buzlu ve karlı koşullarda
sorun çıkarmaya başlıyordu. 171 beygir gücündeki BMW 325iX,
yeterli güce sahip değilmiş gibi görünse de 1,2 tonluk nispeten
hafif yapısından dolayı bu motor gücü aslında yeterliydi.
Otomobil 1988 yılında piyasaya sunulmuş ve hem dört
çeker sistemi hem de ayrıcalıklı özellikleri sayesinde anında
popülerlik kazanmıştı. Örneğin, BMW 325iX Touring’in sunduğu
özellikler arasında neredeyse dümdüz bir yapıya sahip ve
yüksek kalitede halıyla kaplı bagaj bölmesi, entegre saklama
bölmeleriyle tamamen kamufle edilmiş kapalı çamurluk
davlumbazları, ses sitemine özel bölmeler ve neredeyse
bir spor otomobille aynı kaliteyi sunan yol performansı yer
alıyordu. Şirket içinde E30 olarak da bilinen otomobil için
BMW’nin reklam sloganı “Orijinal ruh. Yeni bir tasarım...”
şeklindeydi. Otomobil, 1982 yılından itibaren BMW’nin daha
önce hiç sunmadığı kadar geniş bir model yelpazesi ile
üretilmeye başlandı. Tüm otomobillerde ikiz farlar standart
olarak bulunuyordu. Bunun sonucunda modelleri dışarıdan
ayırt etmek zorlaşmaya başlamıştı. BMW, 1994 yılına kadar bu
otomobilden yaklaşık 2,3 milyon adet sattı. İkinci nesil BMW 3
Serisi, şirketin tüm satış rekorlarını kırmıştı.
BMW M3 GROUP A.
Olağanüstü mükemmelliğin bir başka örneği de BMW M3’tür.
Bu birinci nesil M3 otomobil, halen tüm zamanların en başarılı
touring otomobilidir. Otomobil 1987’de, daha piyasaya çıkışının
ilk yılında Dünya Şampiyonasını kazanarak tarih yazmayı
başardı. Altı yıllık bir süre boyunca birçok sürücü BMW M3 ile
sayısız bireysel başarıya imza attı. Bu başarılar arasında arazi
ve tepe tırmanışı yarışlarında 60 bölgesel şampiyonluk, yedi
FIA Avrupa Tepe Tırmanma Şampiyonası, beş Mitropa Ralli
Kupası ve Nürburgring 24 saat ve Spa 24 saat yarışlarında
sekiz galibiyet yer alıyordu. Otomobil, olağan üstü dinamik
sürüş özelliklerini 4 valfli teknolojiye ve 2,5 litrelik hacme
sahip 4 silindirli motoruna borçluydu. Motor bölümü kapağının
altında maksimum 355 beygir gücü barındıran bu otomobil,
310 km/sa azami hıza sahipti. Kendine has bir emme havası
sesine sahip bu yüksek performanslı tertibat, yarış hayranları
tarafından halen ikonik olarak kabul edilmektedir. BMW
Works takımındaki sürücüler, Almanya Touring Otomobil
Şampiyonasının yanı sıra Nürburgring 24 saat ve Spa 24 saat
yarışlarındaki son galibiyetlerini 1992 yılında kazandılar. Bu
tarihten sonra parti sona ermiş ve BMW, Almanya Touring
Otomobil Şampiyonasından ayrılmıştı.
BMW K 1.
1988 yılında K 1 modelini tanıtan BMW, yenilikçi mühendislik
anlayışında bir başka heyecana daha imza attı. Motosikletle
ilgili olarak göze çarpan ilk şey avangart tasarım ve
aerodinamik konseptti. Ancak model, göz önünde olmamasına
rağmen günümüzde motosiklet üretiminde standart haline
gelmiş devrim niteliğinde yenilikler içeriyordu. K Serisi,
BMW tarafından 1983 yılından beri üretiliyordu. Geliştirme
mühendisleri bu sefer, şirket tarihinde ilk kez dört silindirli
motora sahip bir BMW motosiklet tasarlamıştı. Ancak tertibatı
yatay olarak değil, boylamasına ve düz bir yapıda monte
ettiler. BMW K 100’ün Kompakt Sürüş Sistemi olarak kullanılan
bu yapı 1983 yılında piyasaya sunuldu. Motosikletin devrim
niteliğindeki bir diğer özelliği, yeni elektrikli ateşleme sistemiydi.
Bu sistem sayesinde optimum ateşleme zamanlaması motor
devrine, krank milinin konumuna ve yük aralığına bağlı olarak
bilgisayar aracılığıyla tespit ediliyordu. Dijital kontrol özelliği,
BMW’nin motosiklet tarihine daha fazla yenilik katmasını
sağlıyordu. Örneğin, BMW K 100 ve BMW K 1, dünyada Anti
Blokaj Fren Sisteminin (ABS) kullanıldığı ilk motosikletlerdi.
Ayrıca, seri üretime alınan bir motosiklette bilgisayar kontrollü
üç yollu katalitik konvertör ilk kez kullanılıyordu. BMW K 1’in
sahip olduğu yenilikçi mühendislik anlayışı ön jant kapağından
yükseltilmiş koltuğa ve entegre bagaj bölmesine kadar tutarlılık
gösteren avangart tasarımla uyum içindeydi. Ancak, bu
tasarım kendi başına bir son değildi. BMW K 1’in aerodinamik
performansı, dik bir sürüş pozisyonu için idealdi. Döneminin
diğer spor motosikletleri, aynı şartları yalnızca sürücü prone
pozisyonda olduğunda karşılayabiliyordu.
BMW 328i.
Üçüncü nesil BMW 3 Serisi, 1990 yılında E36 ile piyasaya
sunulmuştu. Yeni ve şık bir tasarıma sahip otomobil aynı
zamanda yeni bir çağın da başlangıcı olmuştu. O dönemlerde,
BMW mühendislerinin geliştirmekte olduğu tüm projeler yakıt
tüketimini azaltmaya yönelikti. Bu bakımdan, yeni bir tasarıma
gidilmesinin tek nedeni estetik kaygılar değildi. Üçüncü nesil
3 Serisi, tamamen aerodinamik özelliklere odaklanıyordu.
Bu nedenle otomobilin ön kısım yükseltilmiş ve arka kısım da
aerodinamik şekilde tasarlanmıştı. Geliştirme mühendisleri,
otomobilde neredeyse bir yunusa benzeyen hatlar kullanmıştı
ve bu tasarım, hava direncini yüzde 20 oranında azaltıyordu.
Uygulanan çok sayıdaki ek ayrıntı aerodinamik özellikleri
geliştirerek verimliliği artırıyordu. İkiz farlar ilk defa cam
panelin arkasında yer alıyor, radyatör ızgaraları ön kısma
entegre ediliyor ve daha küçük yan aynalar kullanılıyordu.
Yeni 3 Serisi ile sürücüler daha fazla alan ve rahatlığın keyfini
çıkarıyordu. Bilgisayar ve Check Control, ilk kez tek bir ünitede
birleştirilmişti. BMW, müşterilerine daha önce hiç bu kadar
geniş bir seçenek yelpazesi sunmamıştı. Seçenekler arasında
dört silindirli 1,6 litrelik motor ve altı silindirli 3,2 litrelik motorun
yanı sıra üç dizel ve bir tane de sıkıştırılmış doğal gazlı (CNG)
versiyon bulunuyordu. 2000 yılına gelindiğinde bu modelden
2,7 milyon adet satılmış ve bir rekor daha kırılmıştı.
BMW R 1200 C.
BMW 1997 yılında, üretim tarihindeki ilk cruiser motosiklet
olan BMW R 1200 C’yi modelleri arasında ekleyerek ürün
yelpazesini genişletti. Oldukça güçlü bu model, neredeyse bir
gecede milyonlarca insan tarafından tanınır hale geldi.
Pierce Brosnan’ın Bond rolünü üstlendiği “Yarın Asla Ölmez”
adlı James Bond filminde aktör, Bangkok sokaklarındaki vahşi
bir kovalamaca sahnesinde iki Range Rover ile karşı karşıya
geliyordu. Sahne, normalde rahatça akıp giden bir cruiser
motosikletin pek de tipik olmayan bir kullanımını gösteriyordu.
BMW’nin cruiser segmentine girişi iyi şekilde planlanmıştı.
1989 ile 1996 yılları arasında Almanya’da yollardaki cruiser
sayısı beşe katlanarak 8.000’den 40.000’e yükselmişti ve
pazar oldukça potansiyelli görünüyordu. Mühendislik açısından
baktığımızda BMW, yeni geliştirdiği motosiklet için geçmişte en
çok beğenilen özelliklerden bazılarını kullanmıştı. Bu özellikler
arasında karşılıklı çift silindirli motor, kardan mili, ABS,
tek taraflı salıncak kolu ve BMW’nin kısa bir süre önce
geliştirdiği ön tekerlek süspansiyon sistemi Telelever yer
alıyordu. ABD’li üretici Harley Davidson’ın modellerinden net
bir şekilde esinlenen diğer birçok üreticinin aksine BMW kendi
tasarımını yapmayı seçmişti. BMW R 1200 C’nin üretimi 2004
yılında durduruldu. Bu tarihten sonra devam niteliğinde bir
model üretilmedi.
BMW Z8.
BMW Z8, 2000 yılının Mart ayında piyasaya sunulmuştur.
Otomobilin dış tasarımını odadaki diğer roadster modelleri
ile karşılaştırırsanız BMW Z8’e hangi ünlü modelin ilham
kaynağı olduğunu kısa süre içinde fark edebilirsiniz. Evet,
BMW 507’den bahsediyoruz. BMW’nin böbrek şeklindeki
radyatör ızgaraları yalnızca bu iki modelde yatay şekilde
kullanılmış ve yine bu iki modelde yan taraflara hava girişleri
yerleştirilmiştir. Uzatılmış oranları, klasik çizgileri, alçak gövdesi
ve katlanır softtop tavanı ile BMW Z8, 507’nin çağdaş bir
yeniden yorumudur. BMW Z8’in gövdesi, dış kaplamanın
üzerine uygulandığı uzay çerçeve adı verilen ve kendi kendini
taşıyan bir alüminyum çerçeveden oluşmaktadır. Alüminyumun
paslanmaması nedeniyle boşluklara yalıtım uygulanmamıştır.
Bu yapı, son derecede yüksek burulma direnci ile nispeten hafif
bir gövde sağlayarak gerçek bir sürüş deneyimi yaşamanıza
olanak tanır. Motor bölümü kapağının altında motor sporlarına
uygun 5 litre hacimli ve 400 beygir gücüne sahip yüksek
performanslı bir V8 motor yer almaktadır. BMW Z8, sıfırdan yüz
km/sa hıza 4,7 saniyede ulaşabilmektedir. 2003 yılı da dahil
olmak üzere otomobilden 5.703 adet üretilmiş olup bunların
tümü el yapımıdır. BMW Z8, 1999 tarihli James Bond klasiği
“Dünya Yetmez” filminde boy göstermiş, özel olarak titanyum
zırhla kaplanan, uzaktan kumanda ile kontrol edilebilen, yan
bölümlerine roket fırlatıcılar eklenen ve altı adet bardak tutucu
ile donatılan BMW Z8, Bond karakterini oynayan Pierce
Brosnan tarafından kötü adamlarla savaşırken kullanılmıştır.
Ancak, filmde işler bu sofistike roadster modeli için pek de iyi
gitmez ve otomobil bir helikopter tarafından iki parçaya ayrılır.
39
BMW C1.
BMW tarihinde seri olarak üretilen ilk scooter, kask yerine
emniyet kemeri ile kullanım içindi ve Almanya’daki reklam
kampanyasının sloganı “Freuen Sie Sich auf die Stadt!”,
“Şehri dört gözle bekleyin” anlamına geliyordu. BMW C1,
büyük şehirler için halen yenilikçi iki tekerlekli bir araç konsepti
olarak görülmektedir. Tasarımın amacı, iki tekerlekli bir aracın
manevra kabiliyetini çarpışma testine tabi tutulmuş bir yolcu
bölümü sayesinde bir otomobilin güvenliği ile birleştirmekti.
Bu konsept, şehirlerde artan trafik yüküne rağmen insanlara
hareket kabiliyeti sağlama düşüncesinden doğmuştu.
Önemli olan ikinci bir konu ise rüzgara ve yağmura karşı
koruma sağlamaktı. Birçok ülkede scooter’lar için sürücülerin
kask takma kuralına tabi olmadığı göz önüne alındığında,
aracın iş dünyası ve ofis çalışanları için bir seçenek haline
gelmesi amaçlanıyordu. Şirketin tarihi boyunca BMW
mühendisleri, kapalı scooter konseptleri üzerinde geniş çaplı
denemeler yapmıştı. BMW Yönetim Kurulu, bu türden bir
projeye ilk olarak 1997 yılında yeşil ışık yakmıştı. Bundan iki
buçuk yıl sonra ise scooter üretime geçmeye hazırdı. Ancak,
sektörel basın kararsızlık içindeydi. İnsanları BMW C1 kadar
fikir ayrılığına iten başka bir araç neredeyse olmamıştı. Herkes,
konsepti cazip bulup bulmadığına kendi içinde karar vermeliydi.
BMW C1’in azami hızı 100 km/sa’in biraz altındaydı. Medyanın
büyük ilgisine ve genel konseptinin tutarlılığına rağmen kapalı
scooter piyasada kabul görmeyi başaramadı. BMW C1’in
üretimi 2003 yılında durduruldu.
BMW M3 CSL.
BMW Motorsport şirketinin adı 1993 yılında BMW M olarak
değiştirildi. “Dünyanın en güçlü etkiye sahip harfi” olan
“M”, isim için uygun bir seçenek olarak görüldü. 3, 5 ve
6 Serilerinin yanı sıra Z3 ve Z4 ailelerinden türetilen çok
sayıda M modeli 1980’lerden itibaren piyasaya sunulmuştu.
Seri üretimdeki coupé, cabrio, sedan ve hatta touring
modelleri için yüksek performanslı M versiyonları üretilmişti.
BMW M otomobilleri, motor sporlarının heyecanını gerçek
anlamda yaşamanızı ve bu deneyimi olağan bir sürüş
keyfine dönüştürmenizi sağlar. Tüm BMW M modelleri;
gereksiz detaylar içermeyen ve günlük kullanıma uygun
yüksek performanslı spor otomobillerdir. BMW, dünyada seri
üretim modellerinden türetilmiş farklı bir spor otomobil serisi
tasarlayan ilk otomobil üreticisi olmuştur. Bu otomobillerin
tümü seri üretim modelleri ile çok yakından benzeşse de
BMW M otomobillerde her zaman benzersiz tasarım ögelerine
yer verilmiştir. Örneğin, 1986 yılında üretilen 3 Serisi BMW M3
spor otomobile bir göz atalım. Ön ve arkaya eklenen spoylerler
ve arka camın daha düz oluşu aerodinamik özellikleri
geliştirmiştir. Bunun sonucunda otomobil touring yarışlarındaki
olağanüstü başarısının yanı sıra iyi satış rakamları elde
etmiştir. BMW M3, halen tüm zamanların en başarı M modeli
olmaya devam etmektedir. BMW M3 CSL, 2003 yılında
piyasaya sunulan sınırlı bir özel üretim modelidir. Bu model
yalnızca 1.383 adet üretilmiştir. Almanca açılımı “Coupé
Sport Leichtbau” olan CSL kısaltması, “Hafif Spor Coupé”
anlamına gelmektedir. Otomobilin bazı bileşenleri özel hafif
malzemelerden yapılmıştır ve otomobil üzerinde karbon fiber
takviyeli plastik bir tavan kullanılmıştır. Sonuç olarak otomobil,
standart BMW M3 modelinden yüz kilogram daha hafif hale
gelmiştir. Ayrıca, yere daha yakın bir ağırlık merkezine sahiptir.
Bu özellikler, BMW M3 CSL’yi daha dinamik bir konuma
getirmiş ve özellikle sıralı altı silindirli motor konusunda
heyecanlı olan “Auto, Motor und Sport” adlı Alman otomobil
dergisi şunları yazmıştı: “360 beygir gücündeki motorun sesi
tam anlamıyla olağanüstü. “Sport” düğmesine basıp bu gücü
etkinleştirdiğinizde enerjiniz yerine gelecek.”
BMW i3.
Elektrikli. Sürdürülebilir. Şehirli. BMW i3, günlük telaşlarla
zahmetsiz şekilde başa çıkabilen yenilikçi teknolojilerle
doludur. Trafikte fazla yer kaplamayan bu otomobil çevre
kirliliğine de neden olmaz. Hafif ve şeffaf yapısıyla ayırt edici bir
tasarıma sahiptir. Gelecekte büyük şehirlerde sürüşün keyifli
hale gelebilmesi için otomobillerin kompakt ve çevik olması
gerekecektir. BMW i3 Concept’in dönüş çapı oldukça dardır.
Doğrudan direksiyon tepkisi, son derece çevik ve dinamik bir
sürüş sağlar. BMW i3 Concept’i bir megakent otomobili olarak
tanımlayabiliriz. Otomobil, geniş kapısı ve çok özellikli koltukları
ile şehir içindeki hareketlilik gereksinimlerine kusursuz
şekilde uygundur. Örneğin ön tarafta, koltuk boyunca kayarak
otomobilden yolcu tarafından çıkmak oldukça kolaydır ve
dar park alanlarında son derece pratiktir. BMW i3 Concept,
tüm tahrik bileşenlerini sürüş modülüne entegre ettiğinden,
aynı aks aralığına sahip diğer tüm otomobillerden çok daha
geniştir. Bu elektrikli otomobilin temel özelliği, karbon fiber
takviyeli plastikten yapılmış hafif gövdesidir. 2013 yılında
üretime hazır duruma gelen BMW i3, kentsel hareketliliğin
geleceğine giden yolu işaret etmektedir.
BMW i8.
Daha düşük yakıt tüketimi, daha fazla sürüş keyfi:
Yüz kilometrede 2,1 litre yakıt tüketimi ve sıfırdan yüz
kilometreye 4,4 saniyede hızlanma. Bu özellikler, 2011 yılında
gerçekleşen Frankfurt Uluslararası Otomobil Fuarında
kamuoyunun geleceğin spor otomobiline olan ilgisini arttıran
BMW i8 Concept özellikleridir. BMW EfficientDynamics’in tüm
teknolojik özelliklerini bir araya getiren otomobil bunları akıllı
bir hafif yapı konseptine uygulamaktadır. Otomobilde kullanılan
plug-in hybrid sistemin güçlü yanlarından biri de elektrikli
motor ile yanmalı motorun benzersiz senkronizasyonudur.
Bu çözüm, yola olağanüstü verimlilik ve dinamizm olarak
yansımaktadır. Konsept çalışması, gelişmiş sürüş teknolojisinin
yakıt tüketimini ve emisyon seviyelerini azaltırken sürüş keyfini
yükseltebileceğini kanıtlamıştır. Dinamik oranların, optimize
edilmiş aerodinamik özelliklerin ve dikey olarak açılan martı
kanadı kapıların kullanıldığı tasarım, otomobile sportif özellikler
katmaktadır. Otomobilin iç kısmında ise tüm bilgilere ve
kontrollere optimum erişim sağlayan özelleştirilmiş sürücü
kokpitinin de yardımıyla hem modern hem de yalın bir tasarım
kullanılmıştır. BMW i8 Concept, geleceğin spor otomobili için
temel bir gelişim modeli sunmaktadır.